You are currently viewing Muris Muvazaasının Hüküm ve Sonuçları

Muris Muvazaasının Hüküm ve Sonuçları

Saklı pay sahibi olsun ve olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini isteyebileceği gibi, bu sözleşme esas alınarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile payı oranında adına tescilini veya terekeye iadesini (eski hale getirilmesini) isteyebilir. Mirasçı, muvazaalı sözleşmenin dışında kalması ve bu muvazaaya karşı koyması nedeniyle üçüncü kişi durumundadır. Her ne kadar mirasçı muvazaalı sözleşme yapan kişinin kişinin külli halefi ise de, miras bırakan muvazaalı sözleşme yaparak kanunen bu mirasçısına intikal ettirilmesi gereken miras hakkına mani olup onun tamamını veya bir bölümünü bir başkasına veya diğer mirasçılarına intikal ettirdiğinden, hak kaybına uğrayan mirasçı bu sözleşmeye karşı koyabilmekte ve onun geçersizliğini isteyebilmektedir. Açık bir şekilde görülüyor ki, miras bırakanın iradesi ile hak kaybına uğrayan mirasçının yararı çatışmaktadır. Bir bakıma hak kaybına uğrayan mirasçı, bu hak kaybına karşı kanuni hakkını miras bırakana karşı korumaya çalışmaktadır. Burada miras bırakanın iradesine karşı dava açılmaktadır. Bu nedenle muris muvazaası davasında hak kaybına uğrayan mirasçının üçüncü kişi sıfatıyla hareket ettiği kuşkusuzdur.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, miras bırakan saklı pay dışındaki malları üzerindeki haklarını kanunların öngördüğü biçimde serbestçe tasarruf etmeye ve başkasına dilediği gibi temlik etme hakkına sahiptir ancak mallarını kanuna uymayan şekilde temlik ettiği takdirde, ölümünden sonra hak kaybına uğrayan ve zarar gören mirasçının yapılan tasarruflara karşı koyma, bu tasarrufların geçersizliğinin tespitini isteme hakkına sahiptir. Bu soruna başka bir açıdan bakılırsa, miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukuki tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescillerin iptalini isteme hakkı vardır. Asıl olan miras bırakanın terekesinin kanunlarda öngörülen şekilde mirasçılarına intikal etmesidir(mirasçıların üzerine geçmesidir). Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etmek hakkı olsa da, bu tasarrufu yaparken kanunlarda öngörülen şekil şartlarına uymak zorundadır. Şekil koşullarına uyulmadığı takdirde, kanun gereği malik olacak mirasçının şekil eksikliğinden dolayı bu temlikin iptalini istemekte hukuki yararı vardır. Örnek verecek olursak, miras bırakan bağış sözleşmesini(ivazsız) görünüşte satış sözleşmesi veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmişse, miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla iş birliği içerindeki temlik edilen tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz. Sonuç olarak bağış sözleşmesi yazılı şekilde yapılması gereken bir sözleşme olduğundan ancak bağış sözleşmesinin gizlenerek ve yazılı bir şekilde yapılmadan, görünüşte satış sözleşmesi yapılması durumunda, bağış sözleşmesinde şekil şartı eksikliğinden dolayı, hak kaybına uğrayan mirasçının bu tasarrufun iptalini isteme hakkı vardır.

Muris muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın mirasçısı olması yeterlidir. Saklı pay sahibi mirasçı olması gerekmez. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delille ispat edebilir.

Gizlenen gerçek irade ve amaç bir iç sorun olduğundan, bunun tespit edilmesi oldukça zordur. Bu nedenle mahkemece bu yöndeki tüm taraf delilleri eksiksiz toplanmalı, tüm olgu ve karineler tespit edilmeli, özellikle ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimler, olayların akış biçimi, taraflar ile miras bırakan arasındaki ilişki göz önünde tutularak gerçek amaç tespit edilmelidir. Satış yoluyla temlik(devir) yapılmışsa miras bırakanın bu sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalının alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek bedel arasındaki fark saptanmalı, böylece sözleşmenin muvazaalı olup olmadığı çözüme kavuşturulmalıdır. Görünüşteki sözleşme satış sözleşmesi değil de ölünceye kadar bakma sözleşmesi şeklinde düzenlenmiş ise, bakım borçlusu olarak gözüken kişiye devredilen malın değeri ile miras bırakanın mali ve sosyal durumuna göre tahmin ve takdir edilen makul bakım borcunun miktarı, verilen malların değeri ile miras bırakanın tüm mallarının değeri arasındaki orantı saptanmalıdır. Ayrıca ölünceye kadar bakma sözleşmesi karşılıklı(ivazlı) edimleri içeren sözleşmedir. Kural olarak sözleşme yapılıp bakım alacaklısı(miras bırakan) kendi edimini yerine getirdikten, yani malı bakım borçlusuna(malın devredildiği kişi) temlik ettikten sonra, bakım borçlusunun da, sözleşmede bir açıklık yoksa veya işin mahiyetinden anlaşılamıyorsa, bakıp gözetme edimini, yerine getirmeye başlaması gerekmektedir. O halde bakım borcunun daha sonraki bir tarihte başlayacağını taraflar kararlaştırmamışlarsa veya işin özelliğinden bakım borcunun sonraki bir tarihte başlaması gerektiği anlaşılmıyorsa, bakım alacaklısının sözleşme tarihinde(malın devredildiği tarihte) bakıma muhtaç olması gerekmektedir. Muhtaç değilse ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muvazaalı olabileceği yönünde kuvvetli bir karine mevcuttur, denilebilir. Ancak Yargıtay son zamanlardaki kararlarında da aksi görüşü de kabul etmektedir.

Muris muvazaası davası öteki üçüncü kişileri(mirasçı olmayan ve miras ile ilgisi olmayan) açtıkları muvazaa davalarına birçok yönlerinden benzemekte ise de, o davalarda üçüncü kişilerin muvazaalı sözleşme konusu hakla doğrudan bir ilgileri bulunmamakta, onlar muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespiti ile kendi kişisel haklarını korumaya çalışmaktadırlar. Örneğin, alacaklarını tahsil etmek, kiracılık sıfatlarını korumak, şufa haklarını gibi. Bu nedenle muvazaalı sözleşme konusu malların kendisine verilmesini isteyemeyip, ancak eski hale getirmeyi isteyebilmektedirler. Muris muvazaasında ise, mirasçılar miras haklarına dayanarak, eski hale getirmeyi isteyebilecekleri gibi muvazaalı sözleşmeye konu hakkın kendilerine verilmesini de isteyebilmektedirler.