Bir hakkı bir kişiden devren iktisap eden kimsenin, bu hakkı devredenle aralarında kararlaştırılan amaca göre kullanmayı ve gerektiğinde, bu hakkı kendisine devretmiş olana veya bir üçüncü kişiye nakletmeyi taahhüt etmesi ve itimat edenin (inanan) de bu taahhüde güvenerek hakkı devretmiş olması halinde, bir inançlı işlemden bahsedilir.
Aslında hakkın devri gerçek bir devirdir, devralanın ayrıca, mesela geri verme hususunda bir taahhüdü vardır. Bu sebeple bir muvazaa söz konusu değildir.
Bununla birlikte, inançlı temlikin konusu bir taşınmaz mülkiyeti ise iade borcunu doğuran inanç anlaşmasının resmi şekilde yapılmış olması gerekir. Şayet gayrimenkul mülkiyetini devir borcunu yükleyen sözleşme inanç anlaşmasına yer vermeyip onu gizliyorsa bir muvazaa söz konusu olur. Zira inanç anlaşması satım sözleşmesinin bir unsurudur. Bunun gizlenmesi satım sözleşmesi açısından bir nisbi muvazaa sayılmalıdır. Burada da inanç anlaşması şekle aykırılıktan taşınmaz devri ile muvazaadan dolayı geçersiz sayılmalıdır.
Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmuyor olsa da yasaklayan bir kanun hükmü de bulunmamaktadır. Uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.05.2000 tarih ve 2000/2-888 E., 2000/885 K. sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve halen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarih ve 2010/14-394 E., 2010/395 K. sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır. Görüleceği üzere tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir.
I. İnançlı İşlemlerin Yapılma Nedenleri
- Gizleme Amacıyla Yapılan İnançlı İşlemler
İnançlı işlemleri yapma nedenlerinin başında kişinin kendisini gizleme arzusu yatar. Gizlemek çoğu zaman başka bir şahsın arkasına gizlenmek suretiyle yapılmaktadır. Örneğin, bir kimsenin devraldığı bir malı veya hakkı, etrafın tecessüsünden kurtulmak, belli bir süre sonra tekrar almak üzere inandığı bir kimsenin üzerine geçirmesi, yine bir şahsın, araları iyi olmadığından kendisine malını satamayacağını bildiği bir kimseden o malı inandığı bir aracı kişi vasıtası ile satın alıp, ondan da daha sonra devralması gibi.
2. Teminat Amacıyla Yapılan İnançlı İşlemler
Hukukumuzda teminat maksadıyla yapılan inançlı sözleşmelere yaygın bir biçimde başvurulmaktadır. Pratik hayat gözlemine dayanılarak denilebilir ki çeşitli bürokratik ve kanundan doğan engeller, kredi sağlayan kurum ve kuruluşların istenilen oranda ve süratle kredi vermemesi, ihtiyaç sahiplerini bu kurum ve kuruluşların dışında kredi teminine zorlamaktadır. Bu nedenle, kredi sağlayan müesseseler dışında, genellikle gerçek kişilerden alınan borç karşılığında bir alacağın veya bir şeyin teminat maksadıyla devri yoluna gidilmektedir. Örneğin, borçlu aldığı krediye karşılık taşınmazı üzerine ipotek tesis edeceği yerde, taşınmaz mülkiyetini veya alacağını alacaklıya devretmekte, borcunu ödediği takdirde taşınmazının veya alacağının kendine iade edileceği hakkında alacaklıyla inanç sözleşmesi yapmaktadır. Bir şeyin veya alacağın teminat amacıyla devredilmesi, karma inançlı işlemlerin tipik örneğini oluşturur.
3. Alacaklıdan Mal Kaçırma Amacıyla Yapılan İnançlı İşlemler
Borçlunun, alacaklının icra takibine başvurup mallarının satılmasına engel olabilmek için haklarını veya mallarını başka bir kimseye devretmek, tehlike ortadan kalktıktan sonra da tekrar geri almak için anlaşmasına, bazı hukukçular inançlı işlem derken, diğerleri muvazaalı temlik olduğunu söylemektedirler. Burada yapılan devir işleminin muvazaalı mı yoksa inançlı işlem mi olduğunu tespit edebilmek için tarafların gerçek amacı ve yapılan işlemin niteliği üzerinde durmak gerekir. Şayet devir işlemi taraflarca samimi olarak istenilmiş, uzunca bir süre idare, tasarruf edilmek üzere devralanın hakimiyetine terkedilmiş, alan kişiye tek başına tasarruf ve karar alma yetkileri verilmiş ise, inançlı işlemin varlığı kabul edilmelidir.
4. Kanunların Elverişsiz Hükümleri Nedeniyle Yapılan İnançlı İşlemler
Bazı kanun hükümleri istenilen amaca ulaşılması için bir engel teşkil edebilir veya kişi kanunların bu hükümlerinden kaçınmak isteyebilir. İşte bu kanun hükümlerini aşmak için inançlı işlem yoluna başvurulmaktadır. Örneğin, Türkiye’de taşınmaz mal edinemeyecek bir durumda olan yabancının, hakiki veya hükmi bir şahsın inandıkları ve mal edinebilecek bir kimse ile anlaşarak ileride kendisine devredilmek üzere taşınmaz aldırması gibi. Bu ve benzer örnekler kanuna karşı hileyi anımsatsa da kanuna karşı hile sayılmadığından geçerlidir. İnançlı işlemlerde sadece yapılacak işleme elverişsiz bir kanun hükmünden kurtulmak amaçlandığı halde, kanuna karşı hilede buyurucu bir kanun hükmünün ihlali söz konusudur. Kanuna karşı hile, yasaklanan bir sonuca ulaşmak için olay değiştirildiğinden yapılan işlem geçersiz hatta batıl sayılmaktadır.
5. Alacağın Tahsili, Bir Malın İdaresi veya Hayatın Bazı İcapları Nedeniyle Yapılan İnançlı İşlemler
Zaman, mekan elverişsizliği veya başka nedenlerle mallarını bizzat idare edemeyen, işçi yahut vekil aracılığı ile de idare ettirmek istemeyen bir kimse, idare etmek ve belirli bir süre sonra iade etmek üzere inandığı kimseye mallarını, taşınmazlarını, alacaklarını devretmekte yahut ticari senedini ciro etmektedir. Alacaklı bizzat tahsil etmek istemediği veya edemediği alacağının tahsili için vekalet veya tahsil yetkisi vermek yerine alacağını inandığı kişiye alacağın temliki hükümlerine göre devreder. İnanılan kişi de alacağı tahsil ettikten sonra kararlaştırılan biçimde inanana geri verir. Alacağın tahsili amacıyla yapılan inanç sözleşmeleri, saf inançlı işlemlerin tipik örneğini oluşturur.
II. İnançlı İşlemin Unsurları
İnançlı işlem inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) olmak üzere iki temel unsurdan oluşur:
- İnanç Sözleşmesi
İnanç sözleşmesinin esasını inanç (itimat) oluşturur. İnanan, inanç konusunu teşkil eden şeyi, güdülen amacın gerçekleşmesinden veya belirlenen sürenin bitiminden sonra tekrar iade edilmek üzere inandığı kimseye (inanılana) devreder. Kazandırıcı işlem soyut içerikli olup taraf iradelerini açıklamaz. İnançlı işlemin yapılma nedenini, koşullarını, tarafların hak ve borçlarını, inanılan salahiyet sınırlarını belirtmez. İnanç sözleşmesi ise, inançlı işlemin hukuki sebebini, inanılanın salahiyet sınırlarını ve kapsamını, inançlı işlemin sona erme nedenlerini, inançlı işlemin sona ermesinden sonra inanç konusu şeyin inanana devredilme biçim ve koşullarını belirler. O halde, kendine özgü borçlandırıcı bir sözleşme olan inanç sözleşmesi, inanç konusu şeyin yeniden inanılana devredilmesinin temelini oluşturur.
2. Kazandırıcı İşlem (Hakkın Devri İşlemi)
Kazandırıcı işlem, inançlı işlemin diğer esaslı unsurudur. Kazandırıcı işlem ile inançlı işlem konusu şey, doğrudan inanan veya üçüncü bir kişi tarafından inanılana devredilir (kazandırılır). Bu suretle inanılanın mal varlığı zenginleşirken inananın mal varlığında aynı oranda azalma meydana gelir. Doktrindeki hakim görüş uyarınca kazandırıcı işlem inançlı işlemin ana unsurudur. Kazandırıcı işlem olmadığı takdirde inançlı işlemin niteliği değişecek, tamamen başka bir şekle bürünecektir. Örneğin inançlı işlem satış vaadi aşamasında kalmışsa kazandırıcı işlem yapılmadığından inançlı işlem tamamlanmamış demektir. Salt borçlandırıcı işlemle inanç konusu şey inananın mal varlığından çıkarak inanılan mal varlığına geçmez. Satış vaadi aşamasında kalan işleme inançlı işlem değil, olsa olsa muvazaalı işlem demek mümkündür. İnançlı işlemde kazandırıcı işlemin şekli genel hükümlere tabidir.
İnanç konusu taşınır mal veya tapusuz taşınmaz ise inançlı kazandırma Medeni Kanun’un 763/1, 977/1, 979/2 maddeleri uyarınca zilyetliğin devri suretiyle yapılmalıdır. Zilyetliğin devri ise ya teslimle ya da teslimsiz kazanma şeklinde yapılabilir. Tapulu taşınmazların inançlı kazandırmaları ise Medeni Kanunun 705, 1013 ve 1015. maddelerine göre yapılmaktadır. İnanılana inanan tarafından yapılan devirler devren olabileceği gibi tesisen de olabilir. Devren teslimlerde, inanç konusu tapulu taşınmaz tapu sicil müdürlüğündeki resmi işlemle inananın malvarlığından çıkıp inanılanın mülkiyetine geçer. Tesisen devirlerde ise, mülkiyeti inanana ait bir taşınmaz üzerine inanılan yararına sınırlı bir ayni hak tesis edilir.
III. İnanç Sözleşmesine Dayanan Davalarda Zamanaşımı
İnançlı işlem ile yapılan temlikler geçerli olup mülkiyet hakkı karşı tarafa geçmektedir. Bu itibarla inançlı işlem nedeniyle açılan davalarda davacı yolsuz tescile, başka bir anlatımla ayni hakka değil, inanç sözleşmesinden kaynaklanan kişisel hakka dayanmaktadır. O halde davanın konusu taşınmaz olsa dahi, bu dava ayni hakkı koruyan bir dava sayılamaz. Davada inanç sözleşmesindeki kişisel hakka dayanıldığından, inançlı işleme dayanan davaların da zamanaşımına tabi olması gerekir. Doktrin ve uygulamadaki hakim görüş, inanç konusunun iadesine, inanç konusu inanılanın elinden çıkıp üçüncü kişiye devredilmişse tazminat talebine ilişkin dava hakkının Borçlar Kanunu’nun 125. Maddesindeki on yıllık zamanaşımına tabi olduğu yönündedir.
IV. İnançlı İlişkinin Sona Ermesi ve Sonuçları
İnançlı işlem aynı zamanda bir kazandırıcı işlem olduğundan, öteki kazandırıcı işlemlerin tüm hüküm ve sonuçlarını doğurur. İnanç konusu mülkiyet veya hak inananın mülkiyetinden çıkar, inanılanın mal varlığına girer. İnanılan, bir malikin ve hak sahibinin yapabileceği tasarrufları yapma yetkisini kazanır. İnançlı kazandırmalar, normal bir kazandırmanın hüküm ve sonuçlarını doğurur.
Özellikle saf inançlı sözleşmelerde sözleşme hükümlerinin bizzat inanılan tarafından yerine getirilmesi önem taşımaktadır. Bu halde inanılanın ölümü veya iflası, temyiz kudretini yitirmesi, vekalet ve iş sözleşmesi hükümleri gereğince inançlı ilişkiyi de sona erdirir. Karma inançlı sözleşmelerde ise inanılanın ölümü sözleşmenin sona ermesine etkili olmaz. Külli halefiyet kuralları gereğince inanç konusu şey inanılanın mirasçılarına geçeceğinden, inançlı işlem inanan ile inanılanın mirasçıları arasında devam eder.
İnanç sözleşmesi, ayrıca amacın tamamen gerçekleşmesi veya kararlaştırılan sürenin dolması ile de son bulur. Özellikle teminat amacıyla yapılan kazandırmalarda borç ödenince, idare amacıyla devirlerde ise kararlaştırılan süre dolduğunda sözleşme son bulur.
İnanç sözleşmesi kurulduktan sonra inançlı işlem geçerli olup inanç konusunun maliki inanılan olmuştur. İnanan da inanç konusunu bütün bunları bilerek devretmiştir. İnanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde, inanılandan sadece bir tazminat hakkı bulunduğunu bilmektedir. Bu durumda inanç konusunu inanılandan devralan üçüncü kişinin bu iktisabı geçerlidir. Bunun tek istisnasını inanılan ile üçüncü kişinin anlaşarak muvazaalı işlem yapmaları oluşturmaktadır. İnançlı işlemden inanç konusunu devralan üçüncü kişinin haberdar olduğu, kötü niyetli bulunduğu veya hakkın kötüye kullanıldığı ileri sürülmek suretiyle dava açılmasına ve temlikin iptal edilmesine olanak yoktur. Zira inanılan gerçek hak sahibidir ve inanç konusunu başkasına devretmek hakkı tartışmasızdır.
Kaynakça:
Kemal OĞUZMAN/Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2016
Erarslan ÖZKAYA, Açıklamalı-İçtihatlı İnançlı İşlem Ve Muvazaa Davaları, Ankara