I. Benzerlikler
İnançlı işlem sözleşmeleri ve muvazaalı işlem sözleşmeleri arasında pek çok yönden benzerlik bulunmaktadır. Bu benzer yönler aşağıdaki şekildedir:
- İrade Beyanı
Her iki sözleşmede de dış dünyaya karşı farklı bir görünüş yaratma amacı vardır. Bu görünüşü sağlayabilmek açısından, iradelerin açıklanmasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır.
2. Dış Görünüş
Her iki durumda da taşınmazı devralan kişi; tapusuz taşınmazlarda zilyet olması, tapulu taşınmazlarda ise taşınmazın tapuda adına kayıtlı bulunması nedeni ile dış dünyaya karşı malikin tüm hak ve yetkilerini taşıyan kişi olarak gözükür.
3. İç İlişki
Muvazaalı işlem ve inançlı işlem sözleşmelerinde, sözleşmenin tarafları arasındaki iç ilişki yönünden de benzerlik bulunmaktadır. Devralan kişi dışa karşı; kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkilerinin tümüne sahip, tam bir malik olarak gözükür fakat inançlı işlem sözleşmesinde, davalının yetkileri inanç anlaşması ile sınırlanmıştır. İnanılan, sözleşmede belirtilen şartlara göre taşınmazı kullanma, amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolması ile o malı veya hakkı tekrar devretme yükümlülüğü altına girmiştir. Muvazaalı işlem sözleşmelerinde ise mal veya hak devredildiği takdirde taraflar, muvazaa anlaşması ile bu devrin hüküm doğurmayacağını, sözleşmenin taraf ve şartlarının görünürdeki sözleşmede açıklandığı gibi olmadığını kararlaştırmaktadır. Görüldüğü üzere, her iki durumda da iç ilişki yönünden kısmi bir benzerlik bulunmaktadır.
4. Yükümlülük
Her iki durumda da devralan kişi, birtakım yükümlülükler altına girmektedir. İnançlı işlem sözleşmesinde inanılan, inanç konusunu, inanç anlaşmasının amacına uygun olarak kullanmayı, amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolması durumunda tekrar iade etmeyi yüklenirken; muvazaalı işlemde devralan, muvazaalı işlem ile devrin geçerli olmadığını kabul ederek, aldığı malı veya hakkı gerçek malike iade etmeyi üstlenir.
II. Farklılıklar
- Taraflar, muvazaalı işlemlerde (mutlak muvazaada) muvazaalı işlemin konusu olan malı veya hakkı devretmeyi hiç istemezler ancak inançlı işlem sözleşmelerinde devir gerçekten istenmiştir. Diğer bir anlatımla, her iki sözleşmede de taraflar kazandırmayı istemişlerdir ancak kazandırmanın hüküm ve sonuçlarını sınırlamıştır. İnançlı bir kazandırma işleminde, mülkiyetin devredilmesi hiç istenmemiş ise muvazaalı bir temlik (devir) var demektir.
- Muvazaanın oldukça geniş bir kavram olması nedeniyle, karşı tarafa ulaşmak şartıyla tüm irade beyanlarında ve tek taraflı hukuki işlemlerde muvazaanın var olabilmesi mümkündür. Başka bir anlatımla muvazaa tek taraflı veya iki taraflı sözleşmelerde ortaya çıkabileceği gibi hem borçlandırıcı hem de tasarrufi işlemlerde de var olabilir. Oysa inançlı işlem sözleşmesi, hakkın kullanılması ile ilgili olduğundan ancak tasarrufi işlemlerde söz konusu olabilir.
- Muvazaalı işlemler açısından, muvazaanın tespiti veya iptali için açılacak bir davada muvazaanın varlığının ileri sürülmesi bir süreye bağlı değildir. İnançlı işlem sözleşmelerinde ise, inananın inanç konusu taşınmazı inanılandan iade etmesini isteme hakkı kişisel bir hak niteliğinde olduğundan, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabidir.
- Tam hak iktisabı teorisine göre, inanç konusu inanılana geçtiğinden, inanılanın iflası halinde inananın, inanç konusu mal veya hakkı iflas masasından çıkarması mümkün değildir ancak üçüncü kişilere karşı kanıtlandığı takdirde, görünürdeki malikin iflası durumunda, gerçek malikin muvazaa konusunu iflas masasından çıkarabilmesi mümkündür.
- İnceleme konusu iki işlem alacaklıların cebri icra takipleri yönünden de farklı sonuç doğurur. Muvazaanın varlığı kanıtlandığı takdirde, yani muvazaa konusunun devreden kişinin malı veya hakkı olduğunun saptanması halinde, devreden kişinin alacaklıları muvazaa konusu üzerinde cebri icra takibi yapabilirler. Buna karşılık, inançlı işlemle yapılan temliklerde (devirlerde) inanç konusu mal veya hak geçerli bir sözleşme ile devredildiğinden, üçüncü kişi durumundaki alacaklıların açacakları bir iptal davası ile sözleşmenin iptali söz konusu olabilir. Şüphe yok ki taşınmaz yine inanılanın malvarlığında kalır (Sözleşmenin taraflarından biri, inanç anlaşmasına dayanarak sözleşmenin dışında tapunun da iptalini isteyebilir). Böylece üçüncü kişilerin alacağının tahsili sağlanmış olur. Mal veya hakkın satışından artan kısım, yine inanılan (devralan) kişinin olur, inananın malvarlığına dönmez.
- Her iki işlemin de kurucu unsurları olan inanç anlaşması ve muvazaa birbirinden tamamen farklıdır. İnanç anlaşması, inanılanın yükümlülüklerini, inanç konusu mal veya hakkın kullanılma ve tekrar iade şartlarını düzenler. Buna karşılık, muvazaa sözleşmesi ise yapılan işlemin sonuçlarını tamamen veya kısmen ortadan kaldırır. Muvazaada gizli sözleşme (muvazaa sözleşmesi), açığa vurulan görünüşteki sözleşmenin (kazandırıcı işlemin) hükmünü tamamen (nisbi muvazaada kısmen) ortadan kaldırsa da, inançlı işlemlerde, inanç anlaşması hakkın devri işlemlerini tamamlar.
III. Örnek Yargıtay Kararları
- YARGITAY HUKUK GENEL KURULU, 27.3.1996 T., 1995/1-877 E.,
1996/205 K.
Özet: Alınan borç karşılığı taşınmazın devredilmesi, devralanın borç ödendiğinde taşınmazın tekrar iade edeceğini vaat etmesi bir inançlı işlemdir. İnançlı işlem iddiası da yazılı delil ile kanıtlanmalıdır.
“…Dava dilekçesinin içeriğinden ve tarafların dava ile ilgili ileri sürüşlerinden, dava konusu taşınmazın davalıya temlikinin kendisinden alınan borca karşılık ve bunun faiz ile birlikte tamamen ödenmesi halinde davacıya geri verilmesi koşulu ile yapıldığı ve bunun bir inançlı işlem olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, inançlı işlem savının kanıtlanması için, yazılı bir delil ibraz edilmiş değildir. Kabul şekli bakımından da davacı her ne kadar davasını gabin hukuksal sebebine dayandırmış ve mahkemece de gabinin bulunduğu sonucuna varılarak dava kabul edilmiş ise de çekişmeli taşınmaz üzerindeki, davalı tarafından kaldırıldığı anlaşılan takyitlerin değeri ve ana borç miktarı toplandığında, olayda taşınmazın akit tarihindeki gerçek değeri ile satış değeri arasında açık nispetsizlik bulunmadığından gabinin objektif unsurunun gerçekleşmemiş olduğu da aşikar bulunduğuna göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
2. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU, 26.10.1994 T., 1994-1-473 E.,
1994/637 K.
Özet: Miras bırakanın taşınmazını inançlı işlem ile bir başkasına devretmesi onun da oğluna aynı taşınmazı intikal ettirmesi bir gizli bağış niteliğinde olduğundan, olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur.
“…Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Dava konusu taşınmaza ait tapu kaydı tarafların miras bırakanı S.K. tarafından, 1972 yılında o gün itibariyle mevcut şartların elvermemesi nedeniyle, dava dışı E. ile yapılan inançlı işlem sonucu, inanılan E. adına satış suretiyle geçirilmiştir. Bilahare de miras bırakanın, sağlığında inançlı işlem nedeniyle E. adına oluşturulan bu yere ait tapunun velayeten davalı oğluna intikalini sağlamasının ise, tamamen gizli bağış niteliğinde olduğu aşikardır. Çekişmeli taşınmaza ait tapu kaydının davalı adına geçirilmesini sağlayan eski malikle inanılan arasındaki satış akdine de miras bırakan taraf olmayıp 3. şahıs durumundadır. Bu itibarla yorum yoluyla da olsa akitte taraf durumuna getirilerek davayı sonuçlandırmada 1.4.1974 gün 1/2 sayılı miras muvazaasına ilişkin Yargıtay İnançları Birleştirme kararı uygulanamaz. Nitekim bu görüş 30.12.1992 günlü Hukuk Genel Kurulu kararında da açıkça vurgulanmıştır. Somut olayda uyuşmazlığın açıklanan niteliğine göre, 5.2.1947 gün 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı çerçevesinde çözüme ulaşılması icap eder. Hal böyle olunca, açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.”
3. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU, 13.5.1992 T., 1992/14-249 E.,
1992/323 K.
Özet: İnanç sözleşmesinden kaynaklanan davanın 5.2.1947 gün 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil ile ispat edilmesi zorunludur. Ancak, yazılı delil başlangıcı niteliğinde delil varsa, bunlar toplanı ona göre bir karar verilmelidir. İnançlı işlem bulunduğu yönünde davalının kabulü kendisini bağlar.
“…Dava, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Kural olarak bu istekle açılan davalarda iddia ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Bu husus 5.2.1947 gün, 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nın da gereğidir. Ancak, davanın tamamen ispatına kafi olmamakla birlikte, bunun vukuuna delalet edebilecek nitelikte yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilebilecek, karşı taraf elinden çıkan bir belgenin varlığı halinde iddianın tanık dahil takdirî her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Ne var ki somut olayda davalı kayıt maliki, hakim huzurunda tespit davasında dava konusu taşınmazın asıl sahibinin davacı ile dava dışı “R” olduğunu, kendisine ise bu yerin bilahare iade edilmek üzere emaneten verildiğini açıkça beyan etmiştir. Bu ikrarının kendisini bağlayacağı kuşkusuzdur. Bu durumda yerel mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle davanın kabul edilmesi doğrudur. O halde usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.”